Kadıköy'den

"Elfida, Arapça kökenli bir kelimedir. Kelime anlamı olarak gözden çıkarmayı, feda etmeyi ve vermeyi ifade etmektedir."
İsim
Temmuz ayından beridir ülkemde her şeyin ismi demokrasi olmaya başladı. Kırk yıldır Ankara'da oynanan sezon başı futbol turnuvasının adını bile değiştirdiler. Gittim o maça. Çünkü giderim. Herkesin eline Türk bayrağı uzattılar, ben de aldım. Çünkü alırım. Almazsam aklım kalır.

Uzatmalarda attığımız gole sevindiğim esnada mesaj geldi: "keşke burada olsan." Olurum, dedim. Elimde bayrağımla gece vakti İstanbul'a gidiyordum. Ne kadar da Fatihtim ama!

Şehir
Gece yolculuğunun gizemli yanı bir anlık hafıza kaybıdır. İlk gördüğün, karanlıkla aydınlık arasında kalan gökyüzü ben neredeyimi sordurur. Şehir ce-eee! der. Tanıdın mı beni? Kendini şehre sevdirmeye çalışanlar... İçine çektiğin ilk nefes, derin nefes. Etrafını saran yüksek binalara kusursuz saygı. Kuşlar, kuşları dinle. Çarçabuk otogardan uzaklaş, sakın şehirden yarın bir gün gideceğini çaktırma. Sigara? Git onu atacak bir çöp kutusu bul.

Kahvaltının Mutsuzlukla İlgisi
Bir sabah babam tarafından öpülerek uyandırıldım. Onunla olan ilişkimdeki birçok şey gibi, böyle olsun istememiştim. Gündelik hayatımın aksine uyurken çok masum olduğumu söylemişti. İnandım.

Sonraları, beraber uyuduğum kadını sabah kalktığımda yanımda bulamadım. Hayır, dramatik bir biçimde terk edilmemiştim. Horluyormuşum. Oğlun eskisi kadar masum değil baba!
Neyse, geçmiş gün bütün bunar. Kalanların canı sağolsun.

Aynı günlere çok farklı hâlde uyanışlarım oldu. Anlattığım da onlardan biri işte. Uyandığımda yanımda yoktu, tepemdeydi. Diyaframımın üstüne oturmuştu. Nefes kesici bir güzellik. Biyometrik fotoğrafındaki gibi düz bir surat... Orada oturmuş başımın etini yiyordu. Yatakta kahvaltı böyle olmamalı, insan eti yiyen kabileler hariç.

"Sen bana iyi gelmiyorsun" dedi. Buranın insanları Kadıköy'de yaşanmış ve yaşanacak her şeye derin anlamlar yüklemeyi seviyorlar. Oysa kimsenin kimseye iyi gelmek gibi bir meselesi olmadığını anlatmaya, benim bir mandalina olmadığımı kanıtlamaya çalışıyordum. Çünkü biz şimdi neyiz sorusuna verilecek henüz herhangi bir cevabım yok. Eski kadim uygarlıklardan beridir süregelen, taşı altına çevirmenin formülünü bulduktan hemen sonra cevaplanabilecek bir soruyla karşı karşıyaydım.

Etrafımdaki kadınlar isimsiz mutlulukları sevmiyor. Dünyaya getirdiğimiz bütün mutlulukları nüfusa kayıt ettirmekle geçiyor ömrüm. Çünkü isimlendirilmiş mutluluk kutsaldır*

Üzerimden kalkıp yanıma uzandığında içinde olduğum yerin ne kadar rahat olduğunu farkettim. Omuzlarımı küçük adımlarla yatağın üzerinde gezdirdim. Soluma serili perdenin desenlerine kabaca göz attım. Burayı sevmiştim. İleride o olmasa bile karyolanın kenarına falan takılabilirdim. "Galiba demokrasiyiz" dedim, dalga geçiyorum sandı. "İkimizin arasında geçen şey, işte adını koyamadığımız bu özlem hâlleri... Bu ilişkinin artık bir adını koymamız gerekiyorsa kesinlikle demokrasi olmalı!" O an yırtmıştım.

Ayrılık Çeşmesi
Dönüyordum. Dakika başı hüzünlü vedalar yaşayamıyor insan. Şair giden geminin ardından bakar, perondan duman duman kalkar tren, sevenler otobüslerin ardından koşarlar... Bizse yolu azıcık uzatarak en yakın metro durağına yürüyorduk. Birbirimiz için canımızı vermeye hazırdık, bu yüzden benim yerime akbil basmasını fazla önemsemedim. İki üç durak beraber gittik, canımın içi rızkını kazanmak için iş yerine yakın yerde iniverdi. Kapı kapandı, ardından baktım. Duvarda Ayrılık Çeşmesi yazıyordu, kocamandı. Sanırım bugüne kadar içtiğim suların membağını bulmuştum.

Üzerimizden biraz zaman geçti. Geceleri yanımda olamayışını termal içliklere sarınarak atlattım. Birbirimize kırılmanın türlü yollarını keşfettik. Nescafe 3ü1 aradanın yapay tadından, Tuborg Gold'un yakın zamanda para birimi olabileceğinden falan bahsettik. Ara sıra hayatıma başka birilerinin girip girmediğini sordu, çünkü demokrasilerde seçme ve seçilme hakkı vardı. Önemsemedim. Sandıkta kazandığımı masada kaybetmeyeceğimi biliyordum. Ankara mıydım canım ben? Yavaşşş.

Bir akşam üzeri yanına vardım. İş çıkışına yetişebilecektim. Nedense beni beklerken sıkılmamak için Gizemlerle oturdu. Yanlarına gittim, hemen sonra hep beraber kalkıp Kadıköy'deki eve geçtik. Ben öldüm, yağmura dönemedim, su oldum. Tekelden 1 litrelik benden aldık. Beni ketıla koyduk. Masada dünden kalan muhabbet duruyordu. Ağzımı açmadım. Çünkü sırtı bana o kadar dönüktü ki ne söylesem arkasından konuşmuş olacaktım.

Uyandığımda yanımda yoktu. Daha önce karşılaştığımız odasından çıktım ve onu salonda uyurken buldum. Sanırım sıra bana gelmişti. Karnının üzerine oturmaya çalışırken "Hakan, yapma!" dedi.



*Lafı Çevirenin Notu: "Vergilendirilmiş gelir kutsaldır"


Canan Erbil - Geçici Kentler


Share: